On bir kandil
Yolun büyüklerinden Abdülhalık-i Gücdüvani hazretleri Kuddise Sırruhu ve Şah-ı Nakşibendi Hazretleri’nin Kuddise Sırruhu yola diktiği 11 Kandil, 11 kutsal kelime.
Hûş der-dem
Hûş der-dem, sâlikin her nefesinde manevi teyakkuz ve şuur halinde olması, gaflet ve ihmalden de berî durmasıdır. Ebû Bekir es-Sıddık (radiyallahu anh) şöyle buyurmuştur. “Nefsini her an hesaba çek. Allah Teâlâ’yı her nefesinde murakabe et.” Mevlânâ Şeyh Sadeddin-i Kâşgarî(k.s) şöyle buyurmuştur. “Hûş der-dem, kişinin bir nefesten diğer nefese geçerken gaflet üzere olmaması gerektiğini ifade eder. Aksine her nefeste ve her nefes alışında teyakkuz halinde olmalı ve Allah Teâlâ’dan gafil olmamalıdır.” Hâce Bahâeddin Şah-ı Nakşibend(k.s) şöyle buyurmuştur. “Bu yolda iş, nefes üzerine kuruludur. O halde kişi iki nefesi arasını muhafaza etmeye çalışmalıdır ki nefesini gafletle alıp gafletle vermesin.”
Nazar ber-kadem
Nazar ber-kadem, sâlikin şehirde, kırda, çarşı pazarda, gidip gelirken her yerde ve her halinde bakışını ayağına çevirmesidir. Bu, huzurunun dağılmaması ve bakılmaması gereken yere bakmaması içindir. Yani sâlik, bir beldede veya çölde yürürken ayaklarına bakarak yürümeli ve başını kaldırmamalıdır ki gözü sağa sola kaymasın. Eğer gözü sağa sola kayarsa bakışı bir şeyde toplanamaz ve hiçbir şey elde edemez. Böylece Allah Teâlâ’nın şu âyet-i kerimede bahsettiği kimselerden olur. “Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise onlar tamamen gafildirler” (Rûm 30/7).
Sefer der-vatan
Sefer der-vatan, sâlikin beşerî tabiatında yolculuk etmesidir. Yani sâlikin kötü beşerî sıfatlarından üstün melekî sıfatlara intikal etmesidir. Bu da sâlikin, kalbinde mâsiva sevgisi, haset, kin, gurur, kibir ve kendini beğenme gibi kötü ahlakların olup olmadığını kontrol etmesi ile olur.
Yâdkerd
Yâdkerd, kalp ve dil ile yapılan zikirden ibarettir. Yani ey mürid! Şeyhinden aldığın zikri, dilin veya kalbinle tekrar etmeye devam edip ondan gafil olma ki tekrarın sebebiyle devamlı Hak Teâlâ ile beraber olup kalp huzuruna erişesin. Hâce Şeyh Bahâeddin Şah-ı Nakşibend (k.s) şöyle buyurmuştur: “Zikirden maksat, kalbin Hak Teâlâ’ya muhabbet ve tâzim vasfıyla daima hazır bulunmasıdır. Çünkü zikir, gafleti defetmektir.”
Halvet der-ercümen
Halvet der-ercümen, celvette halvettir. Yani sâlik halk arasındayken kalbinin bütün hallerde halktan ayrılarak Hak ile beraber olmasıdır. Nitekim şu âyet-i kerime buna işaret eder: “Onlar, hiçbir ticaret ve alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan alıkoyamadığı kimselerdir.” Hâce Evliya-i Kebîr (k.s) şöyle buyurmuştur: “Havet der-encümen, zikirle meşguliyetin ve istiğrakın öyle bir dereceye ulaşmasıdır ki sâlik çarşıda dolaşsa zikrin kalbin hakikatini kaplaması sebebiyle ne bir söz ne de bir ses duyar.” Hâce Bahâeddin Şah-ı Nakşıbend’e (k.s), “Sizin tarikatınız hangi temel üzerine kuruludur?” diye sorduklarında, “Halvet der-encümen” cevabını vermiştir. Bu hususta söylenen şu söz ne güzeldir: “Bâtınınla uyanık ol, gafil olma, zahirinle bazı yabancılar gibi halka karış”
Bâzgeşt
Bâzgeşt, sâlikin kelime-i tayybibeyi (la ilâhe illallah) her tekrarından sonra gönül diliyle, lafza-i celâl zikrini de her tekrarından sonra diliyle, “İlahî ente maksûdî ve rızâke matlûbî” demesidir. Çünkü bu cümle, kalpteki hayır ve şer her türlü havâtırı giderir. Yanlızca Allah Teâlâ’nın zikri kalır ve sırrı mâsivadan temizlenmiş olur. Bu yola yeni başlayan bir mürid, yolun başında bu cümlenin manasına sadık olmadığını düşünse de bu cümleyi terketmez. Bu cümleyi tekrar etmesiyle onda yavaş yavaş sıdk alametleri ortaya çıkar.
Nihâhdâşt
Nigâhdâşt, sâlikin gönlündeki havâtırı kontrol etmesidir. Şöyle ki sâlik, bir nefeste kelime-i tevhidi tekrar ederken tek bir düşüncesinin bile başka yönlere kaymasına müsaade etmez. Mevlânâ Sadeddin-i Kâşgarî (k.s) nigâhdâştın manası hakkında şöyle buyurmuştur: “Sâlik, mâsivayı gönlünden uzaklıştrmak için gücü yettiğince düşüncesini bile muhafaza etmelidir.” Şeyh Tâceddin en-Nakşibendî (k.s) şöyle buyurmuştur: “Nigâhdâşt, sâlikin kelime-i tayyibeyi içinden defalarca tekrar ederken havâtırı kontrol etmesinden ibarettir. Sâlik, kalbine herhangi bir düşünce ve mâsiva düşüncesinin gelmemesine dikkat eder. Sâlik zikrin dışındaki şeylere meşgul olursa zikirinden gafil olur. Zikirle meşgul olursa zikrin dışındaki şeylerden gafil olur. Zira bu, büyükler ve bazı kâmil evliyalara göre nigâhdâştın manasının kendilerinde gerçekleşebilmesi için önemli bir şeydir.”
Yâddâşt
Yâddâşt, tahkik, vicdan ve zevk halinin bulunmasıyla birlikte kalbin Hak Teâlâ ile beraber olmasıdır. Yoksa Allah Teâlâ’nın daima kendisiyle beraber olduğunu bilmek değildir. Bazıları bunu huzur-ı bî-gaybet (sürekli Allah Teâlâ ile beraber olma hali) şeklinde tarif etmiştir. Hakikat ehline göre zatî muhabbet vesilesiyle Hakk’ın müşahedesinin kalbi kaplamasından ibaret olan müşahade, bu ilâhî huzurun hâsıl olmasından kinayedir.
Vukûf-i zamânî
Vukûf-i zamânî, sâlikin her an tüm haline vâkıf olması, her nefeste halinin şükrü mü yoksa özrü mü gerektirdiğini bilmesidir. Sûfilere (k.s) göre ise nefesi muhasebeden ibarettir. Bunun manası kısaca şudur: “Ey mürid! Gece gündüz harcadığın vakitler hakkında nefsini hesaba çek. Bu vakti namaz, oruç, sadaka, tesbih gibi hayırlı amellerle harcadıysan Allah Teâlâ seni muvaffak edip bu ibadetleri sana kolaylaştırdığı için O’na şükret. Eğer bu vakti günah ve haramlarla harcadıysan Allah Teâlâ’ya istiğfar edip O’na tövbe et. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun’ Bu âyet-i kerime, nefsi hesaba çekme hususunda esastır. Ömer b. Hattab (r.a) şöyle buyurmuştur.”Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekin.” Hâce Bahâeddin Şah-ı Nakşibend(k.s) şöyle buyurmuştur: “Muhasebe, geçirdiğimiz her anı gafletle mi yoksa huzurla mı geçirdiğimizi kontrol etmemizdir. Şayet o vakitte amellerimiz gafletle geçmişse dönüp o ameli baştan alırız.”
Vukûf-i adedî
Vukûf-i adedî, zikirdeki sayıya riayet etmektir. Müridin kalp zikrinde sayıya riayet etmesindeki gaye, dağılmış haldeki havâtırı toplamasıdır. Böylece nesif bu sayı ile mutmain olup sükûnet bulur ve belli olmayan bir zikir adedinde tereddüt etmemiş olur. Bundan dolayı hadislerde de geçtiği gibi namazlardan sonra yapılan tesbihatta belli sayıların tayin edildiği nakledişmiştir.
Vukûf-i kalbî
Vukûf-i kalbî, kalbin Hak Teâla’dan başka bir maksadı kalmayacak ve zikrin manasından da gafil olmayacak şekilde Hak Teâla ile beraber huzur halinde olmasıdır. Ya da zikredenin zikir esnasında kalbine vâkıf olmasıdır. Yani zikredenin zikir esnasında kalbine yönelmesi ve onu zât-ı ilâhiyyeye yönlerdirmesidir. Çünkü bu iki yönelme hali olmadan kalpte huzur nispetinin hâsıl olması mümkün değildir. Bunlar iki önemli zaruri durumdur. Şeyh Fahreddin Hüseyin b. Ali el-Kâşifî (k.s) şöyle buyurmuştur: “Bunun iki manası vardır. Birincisi zikredenin kalbinin Hak Teâlâ ile hazur bulunmasıdır. İkincisi zikredenin kalbine vâkıf olmasıdır. Yani zikreden zikir esnasında mecazen kalp denilen sol memenin altında bulunan çam kozalağı şeklindeki et parçasına yönelmesidir.”